3.GÜN
SANTA MARGHERİTA
Bu akşam Milano’da kalacaktık.Yolumuzun üzerinde görmeyi planladığımız yerlerden ilki Santa Margherita’ydı.Burası La Spezia’dan 80 km mesafede nefis bir sahil kasabası.Ama bildiğimiz kasabalardan değil.Lüks villalar ile dolu zengin bir kasaba..Komşusu Portofino kadar ünlü olmadığı için daha sakin.Bir çok cafesi ve mağazaları var.Arabamızı sahilde yol üzerindeki park alanlarından birine park ettik.Biraz dolaşmak üzere tam indik ki çiseleme şeklinde yağan yağmur sağanak gibi hızla yağmaya başladı.O küçük dükkanlardan birinden 5 ayrı renk şemsiye aldık.Şemsiyemiz ile Santa Margerita’yı fotograf karelerimizde ölümsüzleştirdik.
16.yy’a ait bir şatosu ve bazilikası var.Yarım saat kadar gezindikten sonra Portofino’ya devam etmek üzere arabamıza atladık.Bu arada yol sürekli sahilden devam ediyor,güzel köprüler,tüneller,sol taraf deniz ,sağ taraf yeşilin tonları ve muhteşem villalardan oluşan keyifli bir yol.Kasaba yeşil tepeler ve turkuaz renkli Akdeniz’in arasına sıkışmış cennetten bir köşe.Portofino ile arası 5 km yani nefis bir yürüme yolu aslında..Ama teknelerle de ulaşım sağlanabiliyor.
PORTOFINO
1959 yılına kadar kendi halinde,mütevazi bir balıkçı köyüymüş burası.Taaa ki Vittorio Paltineri,”I found my love in Portofino” diyinceye kadar.Bu şarkıyı da Dalida’dan dinlemenizi öneririm.Haritada yer almayan bu köy, şarkı ile birlikte aşıkların buluşma yeri olmuş.O kadar küçük ve şirin bir yer ki.
Minik koyun arkası yemyeşil tepeler,daracık sokaklar,şirin kafeler ve hediyelik eşya satan mağazaları ile dolu ve kesinlikle çok romantik bir yer.Portofino hatırası magnetlerimizi aldık.Sahide bir cafe de oturup çay kahve içip yola koyulduk.
[youtube https://www.youtube.com/watch?v=Jemcu4hnNhA&w=420&h=315]
MILANO
Portofino’dan ayrıldıktan sonra otobana çıkarak yaklaşık 170 km sonra Milano’ya vardık.Büyük şehir sevmeyen bizler için Milano,Roma’dan sonra İtalya’nın en yoğun nüfusunun yaşadığı şehir olarak biraz fazla kalabalıktı.Her zamanki gibi önce otelimizi bulup eşyaları bıraktık.Sonra şehrin merkezine yine arabamızla gittik.Şehrin merkezinde,dünyanın en büyük gotik tarzı katedrali olan Duomo di Milano var.Burayı gezdik.Gerçekten çok ihtişamlı bir katedral.
Yanında dünyanın en eski alışveriş merkezlerinden biri olan Galleria Vittorio Emanuele var.Üzeri cam kaplı ,bizim kapalıçarşı benzeri ama yüksekliği çok daha fazla bir mekan.
Onun da yanında yine dünyanın en büyük tiyatro binalarından La Scala var.Buraları hızla dolaşarak yemek yemek üzere bir yerler baktık.Hemen meydanda güzel bir Angus Restorant gördük.O kadar acıkmıştı ki ayrıca iki gündür pizza makarna yemekden hafif sıkılmıştık.Büyük yuvarlak masanın etrafında oturarak hem güzel bir yemek yedik hem de sohbet ve gülmeye devam ettik.Yemekden sonra grup ikiye ayrıldı.Gamze ,İnci ve ben Como gölünü görmek istedik.Sinem ve Bilge ise bugün yine arabaya binip yol yapamayız dediler.Bilge’nin her zaman ki gibi İstanbul’dan aldığı siparişlerden oluşan listesi vardı.Birlikte bu listeyi tamamladıktan sonra tesadüfen Armani Bar isimli şık bir yer bulmuşlar.Orada Martinileri götürmüşler.Biz ise Milano’ya 60 km mesafedeki Como gölünün yolunu tuttuk.
COMO
Alp dağlarının eteğindeki bu köy,etrafındaki zengin kasabaları ile de çok popüler.
Gölün 487 mt yukarısındaki Brunate’ye giden bir finiküler var.Biz gitmedik ama kasaba ve füniküler bulunduğumuz yerden görülebiliyordu.Gölün kenarında cafeler var.Cremaria Bolla bunlardan biri.Kahvesi çok güzel.Gölün çevresindeki yürüyüş yolu ve bu yol üzerinde şık villalar var.Ayrıca gölün üzerinde tekne gezileri de yapabilirsiniz.Uzun bir tatil planlıyorsanız Como’ya 2 gün ayırabilirsiniz.Gün artık kararmıştı ve biz dönüşe geçtik.Akşam oda da biz Como’yu anlatırken onlar da martinilerin yanında gelen zeytinler ve çerezleri anlatmaya başladılar ve ben bunları dinlerken uykuya daldım bile..
Bunlarda İlginizi Çekebilir
Son Yorumlar