Stuttgart, benim için anlamı fazla ağır bir şehir. Babam ve annemin toplam 3 yıl süren evliliklerinde yaklaşık 6-7 aylarını geçirdikleri şehir. Annem ve babamın az sayıdaki keyifli fotograf karelerinin bir çoğuna konu olmuş şehir. Bir yanım hep buraya gitmek ve babamı keşfetmek istemiştir.
Annemin anlattıkları, çalıştığı yer, kaldıkları ev, yürüdüğü yollar, bilmiyorum mümkün mü ama belki alışveriş yaptıkları market, uçağa bindiği havaalanı… Babama yolculuk gibi. Diğer yanım ise: geçmişi boşver Öznur der, karşı cevap olarak. Bulmak istediğin her şey yüreğinde ve hayal gücünün zenginliğinde. Ve hayal gücü o kadar özgür bir alandır ki bir oyun hamuru gibi ya da boş bir tuval gibi şekilden şekle sokabilirsin. Kuralları sen koyarsın, kişileri sen seçersin, sözcüklere sen karar verirsin ve hatta duygulara da sen karar verirsin. Neyse… Nasıl geldim yavv buralara. 🙂
Stuttgart’ı October Fast nedeni ile seçtim. 7 Ekim Ateş’in doğum günüydü ve tam onun doğum gününü içine alan bu tarihte bira festivali Stutgart’ta olunca bileti hiç düşünmeden aldım. Festivalin adı Cannstatter Volkfest. Festival alanına yakın bir otel seçtim. Konakladığımız bu bölgenin adı Bad Cannstatt.
Şimdi Stuttgart’ı anlatmadan önce ben size, kesinlikle sansürsüz bir şekilde yolculuğun baş kısmını anlatayım. Dedim ya Ateş’e sürpriz. 2016 zaten sürpriz doğum günü yılıydı. M5 olarak bunu birbirimiz için şahane anılara dönüştürdük. Ateş’in hobilerine uygun nasıl bir şey yapabilirim düşündüm. Nörobilim sevdası nedeni ile beyin dövmesi 🙂 , Piyano çalmayı sever, Fazıl Say ile tanıştırma, Adana ‘da rakı festivali var mı? 😛 ilk aklıma gelenlerdi.
Neticede bira festivalinde karar kıldım. Nereye gideceğimizi, nasıl gideceğimizi, kalıp kalmayacağımızı, kısaca Ateş konuya ilişkin hiçbir şey bilmiyordu. Bir gece önce sorularına başladı.
-Uçağa binecek miyiz? Umarım binmeyiz. Araba ile gideceğimiz bir yer olsun.
-sessizlik…
-Neee uçağa mı bineceğiz!! Umarım kısa mesafe ve yurt içidir.
-sessizlik…
Ertesi sabah arabaya stres eşliğinde bindi. Pasaportunu alma demiştim biraz rahatlasın diye. O arkasını döner dönmez ben çantaya attım halbuki. Sabiha Gökçen’e doğru yola çıktık. Bir süre Şile’ye gidiyoruz sandı. Sevindi. Sonra Sapanca sanırım dedi. Yine sevindi. Ama Sabiha Gökçen sapağına döndüğümüzde olan oldu.
-Neee, uçağa mı biniyoruz ? Bari yurt dışı olmasın.
-sessizlik… (o sırada dış hatlar gidiş kapısına yöneldim)
-Yurt dışı mı? herkese hobilerine göre doğum günü organize ediyorsun. Yurt dışı seyahat benim hobim mi? En stres duyduğum şey seyahat. Ve buna kendi doğum günümde maruz kalıyorum. Şiir seven arkadaşına şiir okuyorsun, Bilge için konser veriyorsun. Bana en stres duyduğum şeyi yapıyorsun!!
-sessizlik. (tüm bu sessizlik Stuttgart havaalanında big bang gibi bir patlamaya yol açtı merak etmeyin.)
Stuttgart havalimanında şansım kötüydü, pasaport kontrolünde o kadar çok bekledik ki Ateş’in rengi sinirden değişti. Fakat bu sefer bendeki sessizlik yerini büyük patlamaya bıraktı. En son: Bundan sonra sana doğum gününde mum bile yok, ne bu yavvv ! nerden kalkıştım bu işlere ! diye hönkürdüğümü hatırlıyorum. 👿
İşte böyle olaylı ve yüksek volümlü bir girişle Stuttgart’a vardık. İlk ne zaman keyif moduna geçtiniz diyecek olursanız, festival alanına girip, Ateş tek nefeste bir litrelik ilk birasını bitirdiğinde diyebilirim. Seyahatin devamı başlangıçtaki tepkilerini unutturmaya çalışmakla geçti. 🙂 Bloğumun ismi bu seyahatin ardından, ”Çocuklarımla Geziyorum” ya da ”Artık Tek Başıma Geziyorum” olabilirdi.
Almanlar sıkı bira içiyor. Buna ben de şahit oldum. 🙂 Cuma günü alan nispeten boştu. Ve biz bira markalarının devasa barakalarında keyfimizce takıldık. Her bir çadırın içinde canlı müzik yapan topluluklar vardı. İnsanların çoğu yerel kıyafetler içindeydi. Bu kıyafetler ne derseniz, Hansel ve Gratel’in masal kitaplarındaki kostümü gibi diyim. O çadırdan bu çadıra girip çıktık. Dans ettik, yedik, içtik. Otelimize festival alanından bindiğimiz tramvay ile 2-3 durak içinde varıyorduk.
Cumartesi günü yine tramvaya binerek önce Mercedes müzesine gittik. İtiraf etmeliyim ki giderken çok da heves içinde olmadığım bu müze, ziyaret sırasında fazlasıyla ilgimi çekti. At arabaları ile başlayan macera, ilk motorlu araçlar, 20’li, 30’lu,……..90’lı yıllar ve nihayet günümüz modelleri ile F1 araçları şeklinde finalize olan müze, resmen araç
modelleri ile tarihe ışık tutuyordu. Duvarlarda ilgili 10 yıllık dönemin en önemli kültür, sanat, siyaset olaylarının fotoğrafları yer alıyordu. Müze çıkışında bira ve kahve içtik.
Sonra şehir merkezine indik. Şehir merkezine de bira markalarının çadırları kurulmuştu. Ateş buğday birasını çok sevdi. Genelde tercihlerini o yönde yaptı. Merkezdeki katedrali gezdik. Gittiğim yerlerde gördükçe, fırsat bulursam girdiğim Hallister’a uğradık. Açıkçası ilgi çekici tarihi ya da doğal güzellikleri olan bir şehir değil. Festival alanına geri dönmeye karar verdik. Cumartesi olması sebebi ile bir önceki gün ile mukayese edilmeyecek şekilde kalabalıktı. Cuma aldığımız keyfi bu yüzden alamadık. Yerler bira kutuları ile doluydu. Zor yürüyen, sarhoş olup kusan gençler, içine girmenin mümkün olmadığı çadır alanları. Otelin lobisininde oturup bira içmek bile cumartesi günü orada dolaşmaktan daha keyifliydi. Nitekim otele döndük ve Ateş öyle yaptı. Ben dışarı çıktım. Kafama göre yürüyerek keşfe başladım. Rastgele seçtiğim sokaklara girdim. Fotograflar çektim. 1 saatten fazla yürüdüm.
Ertesi gün İstanbul’a döndük. October Fast için tavsiye ederim. Ama özellikle hafta içi gidin derim. Çünkü cumartesi ve pazar gerçekten çok kalabalık oluyor. Aylak aylak Fürstenberg, Hofbraü, Dinkelacker çadırlarına girmek, orada müzik dinlemek, dans etmek, festival alanı içinde eğlenceli aktiviteleri izlemek, sosis ızgaraları , patates kızartmaları hüpletmek keyifli. Mercedes müzesi de görülesi bir yer. Porsche müzesine gitmedik. Schlossplatz’da gezinmek güzeldi. Biz zaten 1.5 günde ancak bu kadarını yaptık.
Bu yazıyı da bir ana fikre bağlamak gerekirse;
-Eşinize sürpriz doğum günü yapacaksanız hobilerini bir defa daha düşünün. Yoksa boşanma kararını aldığınız gün, onun doğum günü ile çakışabilir. 🙂
-İçki hiçbir kötülüğün anası değildir. Hatta bu hikayede bizim ilişkiyi kurtardı. 🙂
– Bazen pastada bir mum en ideal hediyedir. 😎
Bunlarda İlginizi Çekebilir
Son Yorumlar