Uçaktan indiğimiz gibi limonata kıvamında,yani ne sıcak ne soğuk, tatlı bir hava bizi karşıladı.Ekip 23 kişiydik.Güne güzel bir Van kahvaltısı ile başladık.Van Gölü’nün kenarında Sütçü Fevzi ‘ye gittik.Sütçü Fevzi Van’ın en bildik kahvaltı noktalarından Aslında görüntü şehirlerarası otobüs terminallerindeki lokantalar gibi..Bir sürü sıra sıra masalar,fast food gibi üst üste dizilmiş servise hazır tabaklar..Görüntü bu şekilde standart olsa da lezzet iyiydi ve tabiki manzara da harika..Sizin her hangi bir şey sipariş etmenize gerek kalmaksızın her şey masaya geliyor.Kavurmalı yumurta,bal kaymak,otlu peynir,murtuğa,cacık,gavut kahvaltının olmazsa olmazları.Kalabalık olduğumuz için mi yetiştiremediler bilmiyorum ama çaylar tam demlenmemişti..Bir de işletmeci biraz fazla stres yaratan tarzda ortalıkda dolanıyordu.Her şeye rağmen Van’a güzel bir başlangıç yaptık.
Gavut ve Murtağa hakkında da kısa bir bilgi vermeden geçmeyeyim;Gavut aslında bir un.Buğday’ın kavrulması ile elde ediliyor ve kavrulmuş bu bugday değirmenden geçirlip irmik gibi iri taneli bir un oluyor.Bu unu tereyağında kavurup kahvaltılarda yiyorlar.Urartular zamanında da askerlerin beslenmesinde kullanılmış.Halen Van’da yaygın olarak yeniliyor, hele ramazan da, sahur sofralarında başköşede olduğunu da kendilerinden öğrendik:)
Murtağa ise çok sevdiğim bir tad oldu.Bunda da un ve yağ ikilisi kavrulmak sureti ile buluşuyor ve altın sarısına dönme aşamasında içine yumurta kırılıp tuz ekleniyor.Tadına bayıldım doğrusu..
Kahvaltının ardından Akdamar Adasına gitmek üzere yeniden otobüslere bindik.Gevaş’dan deniz motorları ile yaklaşık yarım saatlik bir yolculuk ile adaya vardık.908 yılında Ermeni hanedanlığının kralı Gagig Gevaş’ta Vaspurakan adlı bir krallık ilan eder.Krallığın merkezini de bu adaya taşır.915 yılında da bu adadaki kiliseyi yaptırır.Kilisenin iç duvarlarında Hz.İsa’nın yaşamının anlatıldığı freskler yer alır.2005-2007 yılları arasında restore edilerek bugünkü haline kavuşmuş.Kiliseyi gezip içinde fresklerin neler anlattığını dinledikten sonra Van gölünün ortasındaki bu adada çay kahve keyfi yaptık.Ardından yeniden teknelerle dönüşe geçtik.öğle saatleri gelmiş ve temiz havanın da etkisi ile iyice acıkmıştık.
Edremit tarafında Elegant Restorant adlı mekanda öğle yemeğimizi yedik.Bahçe içinde,özellikle kaburgası ve saç kavurması meşhur ve çok da lezzetli bir yerdi.Bahçede kocaman tek bir masa olduk.Sohbet de gayet keyifliydi.Ekibin bir kısmı ile sanki yarım gün değil bir kaç gündür tanışıyormuşcasına güzel muhabbet ettik.Saç kavurmayı nasıl silip süpürdüğümü hatırlamıyorum.Ateş kaburga yedi ama et bayağı yağlıydı..
Yemeğimiz bitip çaylar kahveler de içildikten sonra hedefimiz şehir merkezindeki Van Kedi Evi oldu.Burasının diğer adı Kediler Padişahının Sarayı da olabilir.İçinde yatakları,oyuncakları,minderleri olan nefis bir kedi evi:)Hele o güzel Van Kedileri.Soyları tükenmeye yüz tuttuğu için korumaya alınmışlar.Van Yüzüncü Yıl Ünv.’nde çiftleştirilip üremeleri sağlanmış ve bir kaç yıl öncesine göre sayıları önemli ölçüde artmış.Bu kedilerin Van’dan dışarı çıkışı yasak.Sadece Van’da yaşayan ailelere bakım için veriliyor ve her birinde çip olduğu için aşıları,nerede oldukları vs de takip altına alınabiliyor.Kedilerin evden dışarı çıkışı yasak.Çocuklar bu nedenle çok üzüldüler.Çünkü ellerine alıp sevebileceklerini ümid ediyorlardı.Kedi evinin hemen yanı gümüş takılarının satıldığı büyük bir gümüşçü var.Turist otobüslerinden inen kalabalıklar kedilerin yanında 5-10 dakika oyalanıp hemen alışveriş için bu gümüşçüye giriyorlar.Biz de kalabalıkların içeri girmesini fırsat bilip soluğu kedilerin bekçisinin yanında aldık.Ela’nın göz yaşlarına dayanamayan görevli kafesin kapısını açıp güzeller güzeli bir yavru kediyi bizimkilerin eline verdi.Gözlerden uzak bir köşede bıkana kadar elleri kolları tırmık içinde kalana kadar kediyi sevdiler.
Sonra bizde içeri geçtik.İçerde bir çay ocağı vardı.Gümüş takılarınızı seçerken bir yandan çayınızı da içebilirsiniz.Her birinin tasarımı çok güzel.Taşlar çok değerli..Ben tüm vakti kedilere harcadığım için gümüşçüye vakit kalmadı ve 5 dakika içinde Ela’ya mavi boncuklu bir bileklik seçip otobüse koştum.
Son durağımız Van Kalesi oldu.Van Kalesi M.Ö.855 yılında Urartu Kralı 1.Sarduri tarafından yapılmış.Kalenin Madır burcunda Urartulara ait çivi yazısı gözlenmekte.Bu yazı Sarduri’nin yönetim boyunca yaptığı icraatlarını anlatıyor.Van Kalesi Evliya Çelebi tarafından yazılmış metinlerde çömelmiş bir deveye benzetiliyor.Kalenin hemen aşağısındaki düzlükte Hüsrev Paşa ve Kaya Çelebi camileri bulunmakta.Bu camileri gezmeyi son güne bıraktık.
Kaleyi de gezdikten sonra artık koca günün yorgunluğu ile otelimize doğru yola koyulduk.Van Kalesinin hemen yamacında, tarihi Van evlerinin aslına uygun olarak yapılmış ve içi Van geleneklerine göre döşenmiş bir evi Ela ile birlikte hızla gezdim.
Otelimiz Van’ın tam merkezindeydi.Akdamar Otel.Otelimizde güzel bir akşam yemeği yedik.Gerçi Öğlen yediğimiz muhteşem yemekten sonra hala kurt gibi acıkmamıştık ama sıcak bir çorba ve Van’ın mis kokulu otları yorgunluğumuza iyi geldi.
İnci Kefallerinin ve Mustafa Sarı Hocamızın Birbirine Çok Benzeyen Hikayesi…
Günün benim için ve muhtemelen tura katılan bir çok kişi için en anlamlı anını ,gece Mustafa hocanın hikayesini dinleyince yaşadık.Nar Gezi ‘ye öncelikle teşekkür ediyorum.İlk günün akşamında bize bu buluşmayı ayarladığı için…Kimdir Mustafa Sarı hoca??..Size onun hikayesi ve onun ömrünü adadığı İnci Kefallerinin hikayesini kısaca anlatmaya çalışacağım.
İnci Kefali Van Gölünün sodalı sularında yaşayan tek canlı.Ve türünün devamını sağlayabilmek için suyun akış yönünün tersine yani kaynağına doğru yüzerek yumurtalarını oraya bırakmak zorunda.Çünkü Van Gölü’nün ph’ı yüksek sodalı sularında yavruları yaşayamayacağı için yavrularını Van Gölünü besleyen akarsulara bırakmaya çalışıyor.Balıklar bu yolculuğu büyük bir efor ve büyük bir mücadele ile yapıyor.Önlerine pek çok engel çıkıyor ama onlar açısından en büyük engel maalesef insan olmuş.Van Gölünde yaklaşık 15.000 kişi İnci Kefalinden geçimini sağlıyor.İşsizliğin yoğun olarak yaşandığı bu şehirde İnci Kefali umut kapısı .Ama bilinçsiz ve üreme döneminde yapılan kaçak avcılık inci kefalinin soylarını tehlikeye sokacak noktaya gelmiş.Köylüler yasak olmasına rağmen ağ atarak,yada kasalarla,kovalarla dinlenme noktalarından geçen balıkları yakalayarak yumurtalarını bırakmalarına engel olmuşlar.1996 yılında Van Gölünde yapılan balıkçılığın %90’ı kaçak olarak yapılmaktaymış.Balıkların üreme mevsimi haziran ve temmuz ayları.Bu aylarda ve bu yöntemlerle yapılan kaçak avcılık yüzünden balıklar gafil avlanmış ve üremeleri engellenmiş.Kimi zaman gırgırla balık çekerek günde 100 ton balık yakalanmış.Van Gölünde 1 yılda yapılan toplam 15 bin ton avcılığın 12 bin tonu kaçak av döneminde yapılmış.
1992 yılında aslen Tokat’lı olan ve Van Yüzüncü Yıl Ünv.’sine ataması yapılan Mustafa Sarı tıpkı İnci Kefallerinin varolmak için verdiği zorlu mücadele gibi ,balıkların neslini tüketircesine yapılan bilinçsiz avlanmanın önüne geçmek üzere, zorlu bir yolculuğa çıkmış.Mustafa bey bu işe ilk kalkıştığı günleri bize anlatırken mevcut durumu şöyle özetledi,”-devlet göç zamanında oralarda balık avlamak üzere,dereleri ihale ediyordu,avlanan insanlar her gün 20-25 kamyon balık satardı ve kamyonların kenarından sapsarı İnci kefali yumurtaları akardı.”Mustafa Hoca bu durumun sürdürülemez olduğunu ,böyle devam ederse Van gölündenki İnci Kefali popülasyonunun tehlike sınırına yaklaşacağını görerek zorlu mücadelesine başlamış.Yılda 8 bin ton balık avlanması gereken Van gölünde o yıllarda avlanan balık miktarı 15.000 tonmuş.Vali ve diğer kamu görevlilerine durumu aktarıp yardım istediğinde aldığı tepki -”-Yahu hocam önce insanların güvenliğini sağlayalım balıklara sonra bakarız ”olmuş.Zabıta ile de bu işi çözememiş.Kaçak balıkçıları uyaran zabıta da köylülerden tehtid almış.Yeterli destek alamayacağını anlayan Mustafa hoca kendi arabasına atlayarak köy köy dolaşıp insanları ikna etmeyi denemiş.Ama köylüleri de balığın tükendiğine ikna edememiş.İlk 2 yıl dolunca hocaya ne zaman tayin olup gideceğini merak edip sormaya başlamışlar.Bakmışlar ki hoca kalıcı ,bu sefer ”bak çoluğun çocuğun var git evinde çayını iç, okulda işini yap bu işlere de karışma,eski köye yeni adet getirme ,burada yoksulluk var bize karışma ” gibi bir tavır içine girmişler.Hoca da onlara kısa bir süre sonra mesela 5 yıl sonra siz de balıkçılık ile geçinemeyecek hale geleceksiniz diye bıkmadan anlatmış.1997 yılına gelindiğinde balıklar da bu duruma isyan etmişler Hem balık miktarı hem de yakalanan balıkların boyu -kilosu azalmış.Göle atılan 5000 metre ağa sadece 20 kg balık gelmeye başlayınca köylüler balığın bitebileceğini görmüşler.Mustafa Sarı’ya inanmaya başlamışlar.Mustafa hoca,jandarma ,valilik,tarım bakanlığının desteğini alarak ve sivil toplum kuruluşu gücünü de kullanarak mücadelesinin olumlu sonuçlarını görmeye başlamış.El broşürleri,kitapçıklar,kadınları bilinçlendirmek üzere verilen eğitimler,yerel televizyonlarda gösterilen kısa programlarla vatandaşın bilinç düzeyi artmış.İnci Kefali afişleri ile Van’ın balığı şehrin markası haline gelmiş.Doğa Gözcüleri Derneği kurulmuş.1996 yılında 3.5 milyon usd ciro yapan Van Gölü balıkçılığı Mustafa hoca önderliğinde yapılan bu çalışmalar ile bugün 10 milyon usd’a ulaşmış.Av verimleri artarken yakalanan balıkların da boyu 16 cm den 20 cm lere gelmiş.Hikaye neyseki mutlu son ile bitti.
Açıkçası ben etkisinden uzun süre kurtulamadım.Burada size kısaca özetledim ama Mustafa hoca bizler ile çok daha uzun ve çok daha yüreğimize dokunacak şekilde paylaşım yaptı.Kaldı ki 20 yıllık bir mücadelesini 1 saat içinde ne kadar özetleyebilir.Yaşadıkları bir ömür…Biz hayatımızdaki engeller ile bırakın bir ömrü, pes etmeden kaç defa yolumuza devam edebiliyoruz.Yada bizim mücadelemiz ne kadar kendimiz ile ilgili ne kadar başkalarının hayatı ile ilgili.Yada insan dışındaki diğer canlılar ile ilgili.Bu ruh hali, bu bilinç, bu vizyon ,bu adanmışlık doğuştan mı oluyor?Bir balık için bunca zorlu mücadeleyi sıradan bir ruhun vermesi mümkün mü?Siz bir ömür kendi gelirinizi böyle bir amaç uğruna kullanabilirmisiniz?Kaçınızın eşi bu çabayı kutsal görüp saygı duyar ve destekler.
Mustafa Hoca ,önünde saygı ile eğileceğimiz bir insan, ama en az onun kadar takdir edilmesi gereken bir diğer kişi de sevgili eşi..Ben o gece bir defa daha anladım ki ülkemiz bildiğimiz ve bir çoğu bilmediğimiz çok kıymetli değerleri içinde taşıyor.Onların bu onurlu çabaları da bu ülkeyi yaşanılacak bir yer yapmaya devam ediyor.
Çok ama çok teşekkürler.
Bunlarda İlginizi Çekebilir
Son Yorumlar