Kars geç tanıştığım bir şehir. Benim üzerimdeki etkisi güçlü oldu. Daha önce benzer duyguları Antakya’da hissetmiştim. Zaten şehir dediğin seni alıp bir yerlere götürmeli. Duygularını coşturmalı, ilham vermeli, o içinde var olduğunu bildiğin ama bir türlü ortaya çıkaramadığın şey neyse onun çıkışına araç olmalı. Bu benim için kelimeler. Kimi için notalar, kimi için bir hikaye, kimi için beynin kıvrımlarından süzülen düşünceler, kimi için ”işte buldum!” anı.
Görmek istediğim iki şey vardı. Biri buz tutmuş Çıldır Gölü. Onun üzerinde gezinen insanların renkli fotoğraflarını pek severim ben. Kırmızı bereli, renkli montlu, eldivenli çocuklar. At arabaları ile gezinen insanlar. Hele de güneşi doğru açıyla yakalamış bir kareyse, içinde cirit oynarken şahlanan bir at içeriyorsa. Ya da Ani Harabelerinin o derin kimsesizliğini, zamana karşı çaresiz kalan insanı anlatıyorsa. Ahh! Hayatımda bana bu duyguyu sağlayacak insanlar olduğu için çok şanslıyım. Aylin Erözcan bunlardan biri. Kendisi muhteşem bir fotografçı. Onun fotoğraf karelerini bu yazıda kullanabildiğim için çok mutluyum ve bu satırlar aracılığı ile sonsuz teşekkürler gönderiyorum.
Bizim için güzeli görmeye ve kaydetmeye devam etsin lütfen.
Haftasonu programı olarak gittik Kars’a. Cumartesi sabah Pegasus ile gidip pazar öğlen dönüş şeklinde 1,5 gün. Aslında zaman yetersiz ve uçuş saatleri başka alternatif sunmuyor. Yine de bu durum gidişinize engel olmasın lütfen. Çünkü gezilecek yerleri planlayarak sınırlarsanız, doyamasanız da güzel bir tat almanıza yetecektir bu kısacık süre.
Havalimanından bir araç kiraladık. Konaklamak için birkaç alternatif belirlemiştik. Ancak kış sezonu Kars için en yoğun sezon. Artık bölge, özellikle İstanbul’dan çok sayıda ziyaretçi ağırlıyor. Oteller Aralık- Mart arası haftasonları genel olarak dolu. Biz Katerina Otel’de kaldık. Bu oteli size ısrarla tavsiye etmek istiyorum. Her şeyden önce konumuna bayılacaksınız çünkü önünden dere akıyor, arkasında kocaman bir dağ var ve bahçesi çok keyifli. Kışın gittiğinizde tenekenin içinde yakılan ateşle ellerinizi ısıtıp sıcak şarabınızı yudumlayabilirsiniz. Yazın da muhtemelen suyun ve dağın serinliği sayesinde o bahçede, ağaç altında, elinizde kitabınızla şahane vakit geçireceksiniz.
Cumartesi günü otele eşyalarımızı bırakır bırakmaz Çıldır Gölüne doğru yola koyulduk. Gölü buz tutmuş halde görmek istiyorsanız bunun için son tarihiniz mart sonu. Gölün kenarında, gölde avlanan sarı sazan balığını çıtır çıtır yiyebileceğiniz bir balıkçı var. Atalay’ın Yeri. Rakı söyledik. Yaz da olsa kış da olsa rakı buz ister. Buz, hemen gölün kenarından bir tabak kar olarak geldi. İmkanınız varsa hafta içi gidin. Az insan olsun. Masanızı göl kenarına kurdurun. Mümkünse göl beyaz, gök beyaz mevsiminde gidin. Sonra eğilip yere, temiz bir parça kar alın, atın rakınıza. Nar gibi kızarmış balığınızı yerken düşünün. Gözlerinizi, gökle gölü karıştıran beyaza doğru uzatın. Atalay’ın yerinde Nar Gezi ekibi ile karşılaştık. Reyhan benim can dostum. Onun gezilerinden birine katılıp farkını deneyimleyin derim. Memleketin kıyı bucak köşelerini öyle güzel geziyor ve gezdiriyor ki! Gezinin içeriğini, o topraklarda yıllardır yaşayan, geleneklerini bugüne taşımayı becerebilmiş, azınlık da olsa renkleri hala solmamış insanlarımızla süslüyor. Atalay’ın yerinde Malakanları anlatıyordu grubuna.
Kars deyince onlara değinmemek olmaz. Rus kökenli bu etnik halk, Kars’ın Ruslar tarafından işgali ile Arpaçay ilçesi civarına yerleştirilmiş. İsimleri Rusça süt anlamına gelen Moloka’dan geliyor ve geldiği köken ile uyumlu olarak hayvancılık ve tarımda kendini geliştirmiş bir topluluk Malakanlar. Hatta Kars halkına peynirciliği öğretenler onlar diyebiliriz.
Dini bütün olmanın tanımının, şekilcilikle değil, kardeşlik, yardımseverlik, iyi niyet, çalmamak, yıkmamak şeklinde yapıldığı farklı bir inançları var. Savaş karşıtı olmaları, savaşmayı reddetmeleri, bunca sürgüne maruz kalmalarının belki en belirgin sebebi. Size Vedat Akçayöz belgeselini, sosyolog Orhan Türkdoğan’ın Malakanlar’ın toplumsal yapılarına ilişkin yazdığı kitabı ve son olarak 2009 yapımı Tarık Akan ve Şerif Sezer’in rol aldığı Deli Deli Olma filmini önermek isterim. Bu arada Express dergisini hiç takip ettiniz mi bilmiyorum ama bu derginin 2017 mart ayı sayısında Ayşe Sarısayın’ın çok güzel bir yazısı çıktı. Ayşe hanım, Behçet Necatigil’in kızı. Nar Gezi ile birlikte, babasının da bir dönem yaşadığı bu şehri gezerek, izlenimlerini derginin mart sayısında, son derece naif bir dille kaleme almış. Necatigil edebiyat öğretmeni olarak 1940 yılında burada görev yapmış ve buradan yazdığı mektupların bazı bölümlerini, Ayşe hanım dergideki yazıda kullanmış. Necatigil’in, ” Kars’a gidiniz evlatlarım. Zira ki Kars’tır.” cümlesi bu güzel yazının başlığı olmuş.
Çocuklarla gölde at arabasına binmemek olmaz. Biz de bu ritüeli yaptık elbet. Çocuksuz bir gezginseniz bu sessiz yürüyüşün keyfini çıkartın. Gün kısa. Daha gezilecek birçok yer var diyerek Kars’a geri döndük. Bilge ve ben alışverişi severiz. Kars’ın lezzetli çarşısı bunun için ideal. Özel bir peynirci tavsiyesi yapmayacağım çünkü damak tadınıza göre seçim yapabileceğiniz birçok dükkan mevcut. Kars kaşarı ve gravyeri ününün hakkını veriyor. Çoğu dükkan alışverişinizi kargo ile evinize kadar gönderiyor. Sadece peynir değil balı da bence çok lezzetli. Alışveriş bitince kısa bir sahlep molası vermek üzere Kılıçoğlu Pastanesinde oturduk. Burası da Ruslardan kalmış eski bir bina. Yemek için size tavsiye edebileceğim yer Hanımeli Kars Mutfağı. Burada hanımların elinden çıkmış yöresel yemekleri deneyebilirsiniz. Kosor Cağ Kebapçısı’nı da diğer bir alternatif lezzet olarak paylaşabilirim. Kars’a gidip kaz yemeden dönmeyelim derseniz bunun için de birçok alternatif var. Kars Kaz Evi bunlardan birisi ancak fazla turistik olduğunu söylemeliyim. Tabii bu da tercihlerinizle ilgili bir durum.
Cumartesi gününü bu şekilde tamamladık. Çıldır Gölü ve Kars’ın içinde Havariler Kilisesi, Fethiye Camii,Kars Kalesi, Taş Köprü, Katerina Köşkü ve çarşı içinde alışveriş bir güne rahatça sığacaktır.
Pazar gününü Ani Harabelerine ayırdık. Tarihi Urartular’a dayanan bu coğrafya, ticaret yollarının geçiş noktası olmuş ve tarih boyunca sürekli el değiştirmiş. 1921 yılında Ruslardan geri alınmış.
Öyle çok yaşama ev sahipliği yapmış ki bunu en çok Kars’ı Ermenistan’dan ayıran Arpaçay üzerindeki yıkık köprüye bakarken hissediyorsunuz.
”İnsan denen varlık neyin peşinde? ”diye düşündürtüyor. Öyle ya, insan denen varlık, o toprağa ısrarla sınırlar çizmek istediği için, bunu dizginlenemeyen bir sahip olma hırsı ve tutkusu ile yaptığı için, kısaca bu hırs ve çıkarları uğruna onca kan dökerken; toprak aynı toprak, nehir oradan aynı şekilde akıyor, dağlar seni şaşkınca izliyor.
”Neyin peşindesiniz? ” diyor usulca…Kan dökmeye karşıysanız da Malakanlar gibi savrulmak ve tutunamamak kaçınılmaz son.
Şimdi ben artık susuyorum. Bir şiirle tamamlayacağım Kars notlarımı. Üstelik Kars’ı görmeden yazılmış bir şiir bu. Cemal Süreya’dan.
KARS
Öyle güzel ki ölürüm artık
Beyaz uykusuz uzakta
Kars çocukların da Kars’ı
Donmuş gözlerimin arası
Sen küçüğüm sımsıcak
Ne derler ona-bu kızakta
Boyuna türküler yakıyorsun ya
Sanki her türküden sonra
Hohlasan gök buğulanacak
Anla ki her durakta
Yok sınırları aşkın
O iyi yüzlü tanrı
Beklesin dursun bizi
Kurduğumuz rahat tuzakta
Nasıl olsa yine bir gün
Döneriz bu yollardan geri
Senin bir elinde bir mendil
Öbüründe kuş sesleri
Bunlarda İlginizi Çekebilir
nasil da güzel anlatmışsın… senin gözünle oralarda dolaşmak çok keyiflydi. Yüreğine sağlık
Yazar
Çok teşekkürler…
Kars a bir kere gittim cok guzel bir sehir.