Yine Uğrasızlar ile bir haftasonu kaçamağı yapmak üzere yola çıktık.Bu sefer yolculuk Mardin.
Biz Ateş ile sanırım 13 yıl önce Mardin’e gitmiştik.O zamanlar Efe’de yoktu ve karı koca ilk seyahatlerimizdendi.Uçakla Antep’e gelmiştik.Antep’den kiraladığımız araba ile Mardin,Urfa,Adıyaman,Diyarbakır olmak üzere Güney Doğu Anadolu’nun en güzel şehirlerini keyifle bir hafta boyunca gezdik.O gezimizde Urfa’nın Kapaklı Köyüne yolumuz düştü.Köyde bir okul bulduk.Uzun bir süre bu okul ile temasımızı kaybetmedik ve istanbul’dan o çocuklara kitap,kırtasiye,oyuncak ,giysi vs.hediyeler gönderdik.Sonra Efe doğdu ve 2005 yılında Efe 2 yaşındayken onunla da aynı köye gitmek istedik.Sadece Urfa’yı kapsayan kısa bir seyahat planladık.Urfa ve Kapaklı köyünü şimdi bu yazıda anlatmaya kalksam yazdıkça yazarım.
Bu yüzden şimdi gelelim 20 Eylül 2014 Cumartesiye…
Pegasus’un sabah 7 deki Mardin uçağı için tabiki sabah 5 de kalktık:) Uğrasızlar ile havaalanında buluştuk.Sabiha Gökçen’de ettiğimiz hafif bir kahvaltının ardından, rötarsız bir şekilde kalkan uçağımıza bindik.Adana gezisinde yanımıza bebek arabası almamış olmanın sıkıntısını çok çektiğimiz için bu sefer bebek arabasını aldık. Çocuklar bir arada yolculuk yapmaktan son derece mutlu oluyorlar.Mardin gezisi öncesi son 10 gün ,onları motive edip bir şey yaptırabilmenin en etkili yolu bu geziyi kullanmak oldu:)
Mardin’de sıcak ve güneşli bir hava bizi karşıladı.Avis’den küçük bir Fiat kiraladık.Arabaya öyle bir sığıştık ki 3 öne 5 arkaya, kim kimle konuşuyor bu kimin eli,bu kimin kimin bacağı meçhul bir şekilde yola çıktık.Bir ara Sarp’da babasının kucağından arkaya gelmek istedi ki zaten ondan sonrası tam bir cümbüş..
Otelimiz eski Mardin’in içinde bir oteldi.Reyhani Kasrı.www.reyhanikasri.com.tr
Odalar henüz hazır olmadığı için valizleri bırakıp terasında bir yorgunluk çayı içtik ve hemen yola çıktık.İlk Hasankeyf’e gitmeye karar verdik.Hasankeyf Mardin’in merkezine yaklaşık 120 km mesafedeydi.
HASANKEYF
Hasankeyf ,sular altında kalacak olmanın terk edilmişliğinden mi, yoksa yıllardır süregelen kaderi nedeni ile mi bilmiyorum ama çok bir yalnız ve eskimiş geldi gözüme.13 yıl önce geldiğim Hasankeyf ile mukayese ettiğimde belki yollar yenilenmişti ama dükkanlar,evler kısaca insanların yaşam alanları hiç gelişmemiş ve güzelleşmemişti.Çarşının içinden gezerek geçtik ve kaleye vardık.
Kalede melengiç kahvelerimizi içtik.Bu kahve alıştığımız türk kahvesine göre içimi daha hafif,sütlü kahve kıvamında ,içinde kakule benzeri aroması olan güzel bir tad bıraktı damağımda.Ateş rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun bir ropörtajında okumuş,Muhsin bey,seyahatlerinde gittiği yerin ortamına hemen uyum sağlayıp sindirim sistemini sağlam tutmak için hemen o yörenin açık ayranını içermiş.Ayranda bulunan faydalı bakteriler bağırsak florasını güçlendirerek bağışıklık sistemini kuvvetlendirirmiş.Bu bilgiyi öğrendiğimiz gibi kahvenin ardından ayran içilirmi demeden hemen ayranları istedik:)Ayran bakır çanaklarda ve minik kepçelerle geliyor.Ayranı kaşıkla yani.
Çarşı içinden İnci ile kendimize rengarenk şalvarlar aldık.Hasan Keyf Dicle nehrinin iki yakasında kurulu ve geçmişi 10.000 yıl önceye dayanan bir yerleşim.Mağaraları,kalesi,camisi ve çarşısı gibi yerleri gezip Midyat’a devam ettik.
MİDYAT
Hasankeyf ile Midyat arası yaklaşık 40 km.Midyat’a vardığımızda özellikle çocuklar iyice acıkmıştı.Mardin Şube Müdürümüzün tavsiyesi olan Cihan lokantasını bulduk.Zaten lokanta Midyat’ın girişinde tam meydanda.İnternetten iki dakikalık bir araştırma ile Cihan lokantasının kaburgasının,dönerinin ve bademli perde pilavının favori lezzetler olduğunu öğrendik.Üçünden de azar azar söyleyerek tadlarına baktık.İyki de öyle yapmışız çünkü hem kaburga hem döner nefisti.Çocuklarsa döneri upuzun bir dürüme sarılı vaziyette yediler.Tabi ayranlar tasta:)
Yemeğimizi yedikten hemen sonra Mor Gabriel’e doğru yola çıktık.Manastır saat 16.00 da kapanıyormuş.Bu nedenle Midyat çarşısını gezmeyi manastır dönüşüne bıraktık.
MOR GABRİEL MANASTIRI
Mor Gabriel Midyat’a 20 km uzaklıkta.Manastıra herhangi bir giriş ücreti ödemeden giriliyor ve manastırı gezmeniz için bir rehber size yardımcı olup çok da güzel bilgiler paylaşıyor.
Manastırda 60 kişi yaşıyor.Günde 7 vakit ibadet yapılıyor.Ayin ise haftada 3 gün.Manastırın temelleri MS 397 yılında atılmış.1617 yıllık bir geçmişi var.Tavanı bizans döneminde gümüş ve altın kaplıymış.Tabi bunlar günümüze kadar gelememiş.Türkiye’de bulunan en eski tavan mozaikleri bu manastırda.Vaftiz törenleri halen manastırda yapılıyormuş.Bu gezi sırasında vaftiz geleneğinin ne olduğunu bir de Süryani gençlerden öğrenmiş olduk.Yeni doğan çocuğun vaftiz edilmesinin sebebi Adem ve Havva’nın ilk günahı olduğu inanışı. Yeni doğan çocuğun başından su dökülerek günahsız hale geldiği kabul ediliyor ve günahsız bir şekilde hristiyanlığa geçmiş oluyor.Süryaniler mezhep olarak ortadokslar.1970 lere kadar bu bölgenin %90 ‘ı süryaniymiş.Ancak o kadar çok göç yaşanmış ki şu an bu topğraklarda 2300 kişi kalmışlar.En çok göç alan ülke İsviçre olmuş.Türkiye’de yaşayan toplam Süryani sayısı ise 20.000 kişi.Türkiye’de dini eğitim almaları yasak olduğu için Suriye’nin Şam ilinde yada Avrupa’da dini eğitimi alıp Türkiye’ye dönüyorlar.
Teodora Kubbesi
Ana kiliseden sonra burası yapılmış.Yapılış yılı 540.Vaftizhane olarak inşaa edilmiş.İçi kubbe dışı kare şeklinde.Kubbenin içindeki küçük kare kutular mikrafon özelliği görüyor ve akustik sağlıyor.İbadet yönü doğu.Hristiyanlık inancına göre İsa Mesih doğudan geleceği için ibadethanelerinde yönü hep doğuya doğru.Namazlarında secde var.Mezarlar ise dikey vaziyette.Çünkü Süryani din adamları oturur vaziyette gömülüyorlar.Hazreti İsa’nın yeniden dirilip doğudan geleceğine inandıkları için yüzleri doğuya bakacak şekilde ve Hz isa geldiğinde hemen kalkabilmek içinde oturur vaziyette defnediliyorlar.Bu manastır süryaniler için Kudüs’den sonra gelen en kutsal ikinci mekan.Mor Gabriel’in mezarı ise yer ile aynı hizada.Çünkü mütevaziliği simgelemesi için kendisi mezarını bu şekilde istemiş..Oraya gelen süryaniler mezarın başındaki küçük bir delikten ellerini sokarak topragını elleyerek şifa için dua ediyorlar.
İşte böyle.Bir ülkede azınlık olmak zor.Gelenek ve görenekleri korumak,azıcık kalmış bu topluluğu bir arada güven içinde tutmak zor.Ama yanıbaşımızın Suriye olduğu gerçeğini düşündükçe onlara şanslı azınlık demekten de kendimi alamıyorum.
Evet dönelim Midyat’a.Mor Gabriel’den Midyat’a geri geldik.Sokak arasında bir çay bahçesi gördük.Geniş ve ferah bir bahçesi vardı.Orada oturduk .Bahçede bacağından iple bağlanmış ve 5 TL ‘ye fotograf çektirilen bir Şahin vardı.
Şahinle Fotograf çekip kahvelerimizi içtikten sonra çarşıda dolaştık.Ev yapımı ve organik olduğu söylenen süryani şaraplarından Ateş kendisine aldı.Bizde inci ile bol bol takı alışverişi yaptık.Midyat’ın telkari denen bu gümüş işi takıları çok zarif ve fiyatları da o işçilik dikkate alındığında gayet uygun..Alışverişimiz bitip yola çıktığımızda güneş yavaş yavaş batmaya başlamıştı.Otelimize vardık.
Reyhani Kasrı otel bugüne kadar kaldığım en temiz otel desem abartmış olmam.Beni bilenler bilir bazen temizlik konusunda takıntılıyımdır bu otel bir daha diyorum ki çok temizdi.Sadece şunu yazıp bu kısmı geçeceğim ,pazar sabahı kahvaltıda genç bir görevli elinde şarjlı el süpürgesi ile her ekmek kesenin arkasından ekmek bölümündeki kırıntıları süpürüyordu:)
Akşam Cercis Murat konağında akşam yemeğimizi yemeyi planlamıştık.Ama grup geldiği için yer olmadığını söylediler.Bizde yolun devamında sağ kolda Badadi Restorant’ı bulduk.Tambur çalan bir amcanın olduğu,yöresel yemekleri ile ön plana çıkan ve mezapotamya ovası manzaralı bu restorant da gayet güzeldi.
Zaten ortam başlı başına muhteşem.Yemek sonrası odalara çekildik.Aslında otelin çok nefis bir roofu var.Bizim vakit azlığı sebebi ile buranın keyfini doya doya çıkartma imkanımız olmadı ama yinede bir çay içecek kadar manzarayı seyrettik.Kaldığımız odanın aynı yöne doğru bakan güzel minik bir terası da vardı akşam güzel bir sohbet ile günü tamamlamak için ideal.
Sabah 4.30’a saati kurdum niyetim gün doğumunun fotograflarını çekmekti.Gün 5.15 de ağardı.Terasa çıktığımda sabahın o saati olmasına rağmen limonata gibi tatlı bir hava beni karşıladı.Muhteşem ezan sesleri birbirine karışıyordu.Önümde alabildiğine uzayan topraklar,arkamda dili olsa konuşacak güzellikte olan benzersiz taş motifler …Bu güzelliklerin eşliğinde renkten renge bürünen bir gökyüzü.Hani şiir gibi derler ya İşte aynen şiir gibi gün ağardı.Siyah gökyüzü önce laciverte döndü,sonra kızıl pembe birbirine karıştı.Mavi tonlarını aça aça Mardin,masmavi apaydınlık bir güne uyandı….
Gün aydınlandıktan sonra odaya dönerek sabah 8’e kadar deliksiz uyudum.Yaşamak güzel,ülkemiz çok güzel,Keşke daha fazla kıymetini bilebilsek..
PAZAR GÜNÜ
Güne güzel bir kahvaltı ile başladık.Otelin kahvaltısı gerçekten başarılıydı.Hatta kendi mamulleri olan bir cevizli ezme vardı ki ekmeğe sür sür ye..Kahvaltının ardından Mardin’in sokaklarında gezmeye başladık.Tarihi PTT binası,Zinciriye Medresesi,Tarihi Kız Meslek Lisesi,Ulucami,Alt Çarşı,Mardin Kalesi gibi yürüyüş mesafesindeki yerleri dolaştık.Ulucami’de peygamberimizin sakal-ı şerifi vardı.
Zinciriye Medresesindeki çeşmenin sembolize ettikleri ise çok ilginçti.Bir insanın dünyaya gelişi ile suların akışı başlıyor.Geniş ve uzun bir oluk gençliğin güzelliğini simgeliyor.Sonra o oluk inceliyor ve içinden akan su hızlanıyor.Bu yaşlılığın zorluğu ve yaşlı insana zamanın daha hızlı aktığını sembolize ediyor.Ardından bu ince kanal, bir havuze dökülüyor ve o da ruhunu teslim edip ebedi aleme göç anlamına geliyor.ayrıca medresede her şey birbiri ile simetri içinde.Bu da Dünyada yaptığın her şeyin ahirette bir karşılığı olduğu anlamına geliyor.
DEYRÜLZAFARAN MANASTIRI
Bu manastırda 30 kişi yaşadığını öğrendik.Çrş,cuma ve pazar olmak üzere haftada 3 gün ayinleri var.Burası 1932 yılına kadar 640 yıl boyunca Ortadoksluğun merkezi olmuş.Duvarlardaki freksler 1200 yıllık.
Manastırın Meryem Ana Kilisesi bölümü ise 5.yy da kurulmuş.Meryem Ana’nın 15 ağustos olan ölüm yıldönümünde anma etkinlikleri düzenleniyor.Manastırın mezarlığına ise metropol yada patrikler gömülebiliyor.Bu manastırda 52 kişi gömülü.Manastırın bir diğer ilginç bölümü alt kattaki güneş tapınağı.Buraya önce toprak doldurulmuş,sonra her biri 1 ton ağırlığında 1,5 mt boyunda taşlar konmuş.Bir süre sonra toprağı taşların arasından çekmişler.Sadece güneş ışığının girebileceği bir aralık açmışlar.MÖ 2000 yılında yapılan bu tapınak halen taşları bozulmadan varlığını korumuş.
manastır ziyaretimizin ardından uçak öncesi son durak olan Kebapçı Rido’yu bulduk.Eski Mardin’in merkezinde iki katlı küçük bir dükkan.Yeni Mardin’de de şube açmışlar.Kebaplar tasta ayran ve salata-soğan eşliğinde sunuluyor.lezzet gayet başarılı.
Yemeğimizin ardından Mardin’in meşhur badem şekerlerinden de alarak Havaalanına doğru yola çıktık.Uçağımız 14.50 Anadolu Jet’di.
1.5 günlük Mardin gezimizi bitirdik.Uçak saatimiz biraz geç olsaydı Dara harabelerini de görmek isterdik.
Kültürlerin birbiri ile harmanlandığı bu şehrin,manastırları,camileri,güvercinleri,gümüşleri ,fırınları,dantel gib taşları ile çok değişik bir atmosferi var.Bizden izler taşıyor.
Çocuklarınızı alın ve gidin.Mutlaka sevecekler ve akıllarında bir şeyler kalacak.Ama siz lütfen 1,5 günden daha fazla vakit ayırın…
Bunlarda İlginizi Çekebilir
Son Yorumlar