Yaylaya çıkışımız yaklaşık bir buçuk saat sürdü. Orada yaşayanların siparişlerini de bagaja atıp yola koyulduk. Yolun zorluğu, Huser, Pokut ya da Sal yaylaları ile mukayese edildiğinde çok farklı değil. Taşlık, çukurlu ve bazı dönüşlerde patika, akarsu yatağına döndüğü için araç suların içinden geçiyor. Yolunuza devrilmiş ağaç da çıkabilir. Yayla tırmanışları genelde Efe’nin direksiyonunda oldu. Onca saat aracı bir yere çarpmamak için pür dikkat sürünce, boynu falan ağrıdı. Dönüşler bende oluyor ama ben de yol yorgunluğu çöktüğü için hızlı inelim de bitsin bu sarsıntı düşüncesine kapılıp tangır tungur kullanıyorum. Neticede ikisi de meşakkatli. Yol üzerinde kampçılara rastladık. Çadırlarını kurup yayla yürüyüşüne geçmişler. Daha sonra onlara Naçadirev Buzul Gölü’nde rastladık.
Fındık Yaylasında ilk durağımız Fatma teyzeydi. Torunu için bez getirmiştik. Fatma Hanım, Bambulay Pansiyonun işletmecisi Kenan Beyin annesi. Eşi, gelini, torunlarıyla üç ay boyunca yazı orada geçiriyor. Elektrik kendi üretimleri. Yaylada telefon çekmiyor. Aşağıyı aramak gerekse ne yapıyorsun diye sorduğumda Gürcistan sınırına doğru parmağını uzatarak, orada bir yerde çekiyor işte dedi. Yaylada iki evleri var. Biri yüz yaşında. Orası artık çocukların oyun evi olmuş. Ortada bir soba, dört yanda da sedirler. Diğer ev tüm ihtiyaçları karşılayacak şekilde konforlu. Soba devamlı yanıyor. Aslında dışarıda üşüyecek bir hava yok ama ineklerini güzel yemeklere alıştırmışlar. Sobanın içindeki tenekede hayvanlar için otlar, mısır koçanları ve evdeki sebze meyve atıkları kaynıyor. Evde bir televizyon var. Elektrik onu çalıştırmaya yetiyor. Mutfak kışa hazır. Tel peynirlerin nasıl yapıldığını sorduk. Kendi ineklerinin sütüyle yapıp kurutuyorlarmış. Kışın yiyeceğimiz zaman ıslatıyoruz sanki yeni yapılmış gibi taze oluyor, dedi Fatma teyze. Bize hemen haşlanmış patates ve yanında bal ikram etti. Genelde haşlanmış patatesi tuzlayıp yemeye alışkınım ama balla da harika bir tadı oldu. Çocukların (yaylada bile olsanız) en büyük eğlencesi telefon. İndirdikleri oyunlarla evden dışarı çıkmadan vakit geçiriyorlar. Evin penceresinden gözüken o muhteşem yayla manzarasına alışmış olmalılar. Fatma teyzenin bahçeye kurduğu gider sistemi şahane. Elinizi yıkadığınız suyla, doğrudan sebze sulayan doğal bir sistem. Yaylada on civarı ev var. Çoğu Efeler Köyünden. Kışı Borçka’da geçirenler de var. Naçadirev Buzul gölüne ne kadar yolumuz var dedik, yarım saat daha tırmanacağımızı öğrenmek moralimizi bozmadı değil. Fatma teyzenin çay ve börek teklifini buzul gölü sonrasına erteledik ve yolcu yolunda gerek diyerek Naçadirev gölüne doğru arabaya bindik. Fındık Yaylasına kadar yeteri kadar yorulduğumuz için sonrası daha da zor geldi. Yol aslında sağa sola dönmeden devam ediyor ama yine de bir iki yerde sormak zorunda kaldık. Arabamızı bıraktıktan sonra on dakikalık bir yürüyüşü göze almanız gerekecek. Ancak sonrası gerçekten şaşırtıcı derecede güzel. Yemyeşil bir su birikintisi. Ayağımızı soktuk ama canımızı acıtacak kadar soğuktu. Bu acıya birkaç dakika dayanabilirseniz ayağınız uyuşacağı için artık morarana kadar suyun içinde kalabilirsiniz. Çepçevre dağlarla çevrili, küçük bir çukura birikmiş buz gibi su: Naçadirev Gölü. Dağlara doğru seslenip yankısını dinledik. Etrafta bolca arı ve kara sinek var. Yürüyüş yapan kampçılar biz oradayken göle vardılar. Suya girip girmediklerini merak etsek de Fatma teyzenin çay saatini kaçırmamak için aracımıza binip inişe geçtik. Ancak Fındık Yaylasına vardığımızda lastikten gelen tıs sesi korktuğumuzun başımıza geldiğini söyledi. Çivi mi, taş mı, minik bir şey lastiğe girmişti ve jantın üzerine oturmadan gidebildiğimiz kadar aşağı gitmeye karar verdik. Telefon çekmeyen dağlarda gece karanlığına kalmak istemiyorduk. Bir süre bu şekilde kullandık ama çukurlarda aracın altını sürtünce artık arabayı bırakma zamanı geldiğini anladık. Şansımıza yolda kaldığımız yer aracı bırakmaya müsaitti. Yol boyunca kertenkele sayarak oyalandık. Aşağı daha ne kadar yolumuz var bilmiyorduk. Karanlığa kalmak bir yana her an sis bastırıp göz gözü görmez hale gelebilirdi yolumuz. Bu ihtimalleri içimizden düşünsek de kertenkelelerle iç sesimizi bastırdık. Derken hiç ummadığımız bir anda aşağıdan üç kamyonetin peş peşe geldiğini gördük. Şansımız varmış ki onlara rastladık. Bizi araçlarına alıp arabamızı bıraktığımız yere kadar geri götürdüler. Varınca da lastiğimizi değiştirdiler. Patlak lastikte gittiğimiz için lastik tamiri imkansız hale gelmişti. Aracımıza uygun geniş yanaklı o model lastik bulmak ne Borçka ne de Hopa’da mümkün oldu. Biz de Macahel kısmını bir gün kısaltmak zorunda kalarak yedek lastiğimizle Rize’ye gittik. Rize’de lastik işini hallettikten sonra güzel bir öğle yemeğinin ardından günün sonu yine Çamlıhemşin Patika Pansiyon. Ela salıncağına kavuştu. Bu arada günün en güzel anını Rize’de yemek yediğimiz yerde geçirmiş olabiliriz. Durak Lokantasına tavsiye üzerine gittik ve kavurma, pilav, Laz böreği başta olmak üzere yediğimiz her şeye bayıldık.
Macahel ‘den ayrılırken Baraka ‘da Reyhan ve Aykut’a rastladık. Nar tanelerini yaylalardan birine çıkacaklardı. Kahvemizi içerken sohbet ettik. Tarçınlı minik kurabiyeleri var. Yolunuz düşerse çayın kahvenin yanına çok yakışıyor, isteyin lütfen. Yolunuz düşmezse de üzülmeyin. Bakın ne yazmış Baraka, tabelasına: Gülümse, her yer yeşil.
Bunlarda İlginizi Çekebilir
Son Yorumlar